Evet sahiden Çukur Veda nasıldı? Ne hayal etmiştiniz? Nasıl bir final bekliyordunuz? 4 dev sezonun sonunda Çukur nasıl bitmeliydi? Şimdi siz düşünürken, ya da düşündüklerinizi gözden geçirirken ben fikirlerimi yazayım. Çok muhteşem bir final düşünüyordum, hayal gücümün yetmeyeceği, tekrar tekrar izleyeceğeyim bir final olacaktı bana göre. Olamadı…. Öncelikle dizide aydınlanmayı bekleyen yerler vardı, izleyici bekledi ama göremedi. Mesela zamanında Emmi’ye verilmiş bir sır vardı. Emmi bunu Aliço’ya mektup olarak yazdırmıştı. O mektupta ne yazıyordu? Aliço’nun endişesi ne içindi? Sonra Sultan Hanım’ın fotoğrafı Cumali Amca’nın odasındaydı onun da görülmesi gerekiyordu o da atlandı. Peki o dizide Cumali Amca’yı öldürmek kimin hakkıydı? En çok kime zarar vermişti dip toplamda? Kesinlikle Sultan Hanım’a. Senarist aksiyon için gereksiz bir yol seçmiş bana göre. Kaçma kovalama dalga geçme vs. Tamam bunlar yine olsaydı. Ama ateş eden Sultan Hanım olsaydı, üstelik yıllar önce İdris Koçovalı’nın onu vurduğu yerde Hani Paşa? Akın’ın annesi ölmüş. Ondan bir iki sahne sonra arabada giderken amcası ona neyin var diye soruyor. Ben de diyorum ki ya hu çocuğun annesi ölmüş, nasıl bir soru bu? Meğer Akın’ın sorunu reklamını yapmak üzere oldukları müzik platformu imiş. Yani çocuk onun için üzgünmüş. Şaka gibi… Bitişe doğru bütün mahalle kahvenin önünde yemek yerken kadehler, aralarından ayrılanlar için kaldırılıyor. Herkesin adı geçiyor Paşa yok. Güzel Sahneler Güzel sahneler yok muydu? Tabii ki vardı. İçe dokundan bir sahne Murtaza’nın intihar sahnesi. Aşkın unutulduğu ya da farklı algılandığı günümüzde sevdiği kadının ardından yaşamayı tercih etmemesi ilgi çekiydi. Üstelik ölmemek için kaç sezondur kırk takla atan bir karakterdi Murtaza. Aşk başka bir şeydi çünkü. Yine Murtaza’nın Yamaç’ı kurtaran kişi olması da sürpriz oldu. Diğer ilgimi çeken güzel sahne de Sena ile Yamaç’ın ahirette karşılaştığı sahne. Oldukça duygusaldı ama ahiret değil de Yamaç’ın rüyası olsa daha iyi olurdu. Çukur gençlerinden birinin Aliço’yu ele vermemek için elini kesip hedef şaşırtması, gençlerin tabiri ile kral hareketti ama dağ tepe tırmanma detayları hariç. Nehir karakterinin akıbeti de belirsiz kalmadı, güzel düşünülmüştü. Tıpkı Aliço’nun hayatının aşkını bulma detayı gibi. Final Sahnesine Takıldım Yine geldik son sahnelere. Yamaç yaşlanmış, son bir iki kelime bir şeyler diyor ve ölüyor. Ardından genç hali yavaşça kalkıp yatağa oturuyor. Tamam dedim, şimdi o kapanan TV kanalında Salih dumanlar arasından görünecek. Orası ahiret imiş ve bugüne kadar ölen herkesle kucaklaşıyor. Sena’dan, Selim’e İdris Koçavalı’dan Kahraman’a Akşın’a kadar herkes orada. Son olarak da baba ve oğulları rakı kadehlerini tokuşturuyor. Medet’in çektiği fotoğraf ile 4 sezondur izlediğimiz efsane dizi bitiyor. Yıllardır ilgi ile izlenen bu diziye, böyle bir finali kim layık gördü? Bu parlak fikirli arkadaşı çok merak ediyorum. Evet dün geceden beri herkes bu finali konuşuyor. En az 50 mesaj bana geldi sosyal medyadan. Twitter paylaşımları rekor kırdı. Bir çok eleştiri yazıları gördük. Amaç konuşulsun da nasıl olursa olsun şeklinde ise sorun yok ama bence olmadı. Ne olabilirdi diye soracak olanlar vardır tabii. Ben senarist değilim, yapımcı değilim sadece bir izleyiciyim. Ama inanın bana bırakılsaydı daha kötü bir son çıkmazdı. Madem eski karakterleri dizinin final bölümüne dahil etmek istediler, Yamaç’a bir rüya sahnesi yazabilirlerdi. Ya hu en azından o garip sahne olmasaydı. Finalin ismi bana göre Murtaza karakteri ile Ferit Kaya oldu. Aras Bulut İynemli, yani Yamaç dizinin tüm zamanların oyuncusu diyebilirim. Mimikleri ile duygusunu yansıtan kaç oyuncu kaldı ki. Bir de uzun zamandır söylemek isteyip atladığım bir detay var. İdris Koçovalı 1959 doğumlu, mezar taşına göre. Büyük oğlu Cumali Koçovalı da, hapishane fişine göre 1972 doğumlu. Bu durumda İdris Baba 13 yaşındayken büyük oğlunu kucağına almış. Hızlı adam vesselam. Her şeye rağmen sevdik seni Çukur! Yolun açık olsun…
Kategori - Nihal Yeşiltaç Oran
Ezgi Mola Yalnız Değildir!
Ezgi Mola tabii ki yalnız değildir. Onu bu konuda yalnız bırakanlar karşı tarafın zihniyetinde olanlardır. Neydi bu olay kısaca hatırlayalım. Batman’da bir genç kız intihar etmişti. Ardında bıraktığı mektupta Musa Orhan’ın kendisine cinsel saldırıda bulunduğu yazıyordu. Bu kız çocuğu günlerce mücadele etti ama hayata tutunamadı, öldü. Bahse konu kişi ise bir tutuklandı, bir serbest bırakıldı. Nitelikli cinsel saldırı suçundan 12 yıldan az olmamak üzere hapis cezası istemiyle dava açıldı. Ama tutuksuz yargılanması devam etti. Sosyal medyada tepkiler yükseldi. Tepkilerden biri de Ezgi Mola’dan geldi. Mola, bir Twitter paylaşımı yaptı ve şöyle dedi: “Tecavüzcü şerefsizi dışarı salan vicdanınızda boğulun. Artık yasa, dua, dilek, istek, rica, umut her şeyi elimizden aldınız ya!! Ne diyim! Yazıklar olsun! Yazıklar olsun!!! Özür Dilemesi İstendi! Ağustos ayında yapılan bu paylaşım için Ezgi Mola’dan özür dilenmesi istendi kabul edilmedi bunun üzerine de dava açıldı. Sesli, yazılı veya görüntülü bir ileti ile hakaretten 2 yıl 4 aya kadar hapis cezası istendi. Hangi vicdan sahibi böyle bir davanın açılmasından rahatsızlık duymaz ki, herkes tepki gösterdi. Sayısız ünlü bu konuda paylaşım yaptı ve şahsın avukatı o ünlüler için de dava açtı. Yazarken utanıyorum! Kimler yok ki dava açılan isimler arasında? Hazal Kaya, Atilla Taş, Barış Atay, Metin Uca, Hasibe Eren, Aslı İnandık, Mahsun Kırmızgül. Ayrıca İlkay Akkaya, Fatma Turgut, Funda Eryiğit, Serkay Tütüncü, Sarp Akkaya. Ve Tan Taşçı, Ayşenil Şamlıoğlu, Rahşan Gülşan ve Selçuk Balcı. Bu dava ise örgütlü linç kampanyası yürütülmesi adı altında açıldı. Şaşkınım! Bahse konu kişinin avukatına geçelim. Avukatın işi müvekkilini savunmak, kabul ama almış olduğu dava sıradan bir dava değil. Halk arasında en alçakça bilinen suçlardan biri ile yargılama yapılıyor. Elindeki delillerle yapabiliyorsa zanlıyı bu işten kurtarmaya bakmalı. Ama o başkalarını suçlu çıkarmak için uğraşıyor. Ölen kız çocuğunun babasını nasıl suçladığını hatırlar mısınız? “Bir babanın görevi kızını korumaktır, okutmaktır, intihara sürüklemek değildir” Şaşkınım hem de çok… Bir de gazeteci arkadaşlarıma söyleyeceklerim var. Tamam haber yapıyorsunuz da Ezgi Mola ile o kişinin fotoğrafını kolaj yapmak nedir? Ne gerek var? Görmeye bile tahammül edemiyorum, bu düşüncemde de yalnız değilim. Şimdi ne olacak? Ne olacağı açılan davaların sonucuna göre olacak. Nasıl mı? Ezgi Mola herhangi bir ceza alırsa, tecavüz gibi alçakça bir suçtan yargılananlara karşı insanlar sessiz kalacak. Çünkü görecek ki, konuşursa ceza alma ihtimali var. Sonra ne olacak? Bu alçakça suçu işleyenler tam gaz işlerine devam edecek. Çünkü yargılayanları sadece mahkemeler olacak. Bana göre ise Ezgi Mola bu davadan ceza alsa bile akıllarda olayın nasıl kaldığı önemli olacak. O kişi geçmişinde tecavüz suçlaması ile yargılanmış biri olarak anılacak. Ezgi Mola ise bir tecavüz sanığına şerefsiz demesi ile hatırlanacak. Hangisinin yerinde olmak isterdiniz? Sağlıcakla
Kim? Nerede Yanlış Yapıyor?
Nasıl anlatsam? Nereden başlasam bilemiyorum. Her gün biraz daha eksiliyoruz! Kim nerede yanlış yapıyor? Hükumet mi vatandaş mı? Neden bu virüsün önüne geçemiyoruz? Yasaklara bakalım; hafta sonu sokağa çıkamıyoruz. Akşam 21.00 sonrası da yasak var. Ama kimlere? Çalışanların cebinde izin kağıtları toplu taşımalar dolu. Eğer sokağa çıkma saatine denk gelen bir saat için uçak ya da otobüs biletiniz varsa, siz de yasaktan muafsınız. Benim basın kartım var yasak yok, öbürü şirket çalışanı yasak yok, diğeri konfeksiyon işçisi yasak yok. Peki bu yasak kime? Anneme mesela; onun izin kağıdı yok. İyi de annem zaten çok dışarı çıkan biri değil ki! Anlatabiliyor muyum? Ne oldu şimdi? Yasaklar önlem almaya yetiyor mu? Peki gelelim aşılanma haklarına. En üst yaşlardan alta doğru iniyoruz. Aylar oldu ancak 60 yaş üstü vatandaşlara sıra geldi. Bu arada tek doz da yeterli değil, daha bunların ikinci doz için bir ay beklemesi lazım. Bazı meslek gruplarına da aşı hakkı var. Mesela sağlık çalışanları, isabetli bir karar. Şu sıralar havacılık camiasına da bu hak tanındı. Gazeteciler, asker polis tamam güzel. Her gün tıka basa dolu toplu taşımada işe gidip gelen emekçiye neden aşı hakkı verilmedi. 30 yaşındaki bir işçi, yaşına göre beklerse en az 1 yıl daha bekleyecek. Bu arada iki tur Covid olur iyileşir, yani inşallah iyileşir. TV’de diziler çekiliyor. Kamere önündeki oyunculara var mı aşı hakkı? Maske de takamıyorlar! Yaz geliyor, birçok mekan açılacak. Müzisyenlere garsonlara aşı hakkı olacak mı? Geçenlerde diyaliz hastalarını taşıyan bir servisin şoförü ile görüştüm. Aşı hakkı yok ama çalışma belgesi olduğu için sokağa çıkma yasağından muaf! Her gün sayısız hasta ve hastane ile muhatap oluyor. Ah Yurdum İnsanı! Şimdi çok sevgili yurdum insanına gelelim. Sanki her şey yolundaymış gibi havayı güzel görünce kendilerini sokaklara atıyorlar, maskeler fora mesafe iptal. Bir de sosyal medya paylaşımı yapıyorlar ‘özlemişiz’ diye. İyi de sizin sokağa çıkıp özgürce gezememe sebebiniz kötü hava şartları değil ki! Neden bunu bize yapıyorsunuz? Sizden birinin canı yanmadı diye mi? Entübe edilen, hayatını kaybeden bir yakınınız yok diye mi bu rahatlık? Ya Ünlüler! Şimdi sıra geldi ünlü kesime. Ünlü olmanız sizi virüsten korumuyor, virüs alıştığınız ayrıcalığı size tanımıyor. Her ortamda vıcık vıcık görüntüler veriyorsunuz sonra içinizden biri pozitif çıkıyor, biz de falanca kişi Corona oldu diye haber yapıyoruz. Geçtiğimiz günlerde bir kebapçıda sosyal medya fenomenleri toplanmış kebapları ballandıra ballandıra anlatıyorlar, dip dibeler. Bugün bir oyuncu Gaziantep hatırası diye bir fotoğraf paylaşmış. Fotoğrafta 11 kişi var ve sadece iki kişi maske takmış. Şaka mısınız siz? Sağlık Bakanı diyor ki; ‘Virüs alınacak tedbirlerden güçlü değil’ virüsü tedbirlerle uzaklaştırabiliriz ama bu düşüncesiz ve fütursuz insanları ne yapacağız? Bitmiyorlar… Geçenlerde Kerem Bursin maske takmayanlara ‘salak’ demişti, sonra özür dilemişti. Laf aramızda özüre hiç gerek yoktu. Hava almak için maskesini çıkardığını söyleyenlere buradan sesleniyorum ‘son hava alışınız olabilir!’ Şimdi yaz sezonu açılıyor; siz partileri izleyin bakın neler olacak. Dün benim kardeşimin testi pozitif çıktı. Bugün iki tanıdığımın. Belki yarın benim pozitif çıkacak. Tedbir almayan, umursamayan şahsiyet, sıra sana geliyor hazır ol! Sağlıcakla
Mutlu Kaya’ya Ne Oldu?
Bu başlığı okudunuz ve düşünüyorsunuz, Mutlu Kaya kimdi diye değil mi? Sahiden Mutlu Kaya’ya ne oldu? Zaman zaman geçmişte yaşanan olayları oturup düşünürüm; kahramanları gelir aklıma. Bir dönem kamuoyunun ilgisini çekmiş olaylardır çoğu. Canla başla ilgilendikleri, duyar kastıkları olaylar mesela. Mutlu Kaya vakası da bunlardan biri. Geçtiğimiz günlerde aklıma düştü, ne yapıyor şimdi? Hayatını ne şekilde sürdürüyor. Tamam tamam hatırlamayanlar var olayı kısaca anlatıp sonra Mutlu Kaya’nın anlık durumu hakkında bilgi vereceğim. Mutlu Diyarbakır’da yaşayan bir genç kız. O zamanlar 19-20 yaşlarında. Ulusal bir kanalda başlayan ses yarışmasına katılıyor. Uzun saçları, güzel gözleri ve güzel sesi ile tanıyoruz biz onu. Yarışmanın jüri üyelerinden Sibel Can’ın desteği ve ilgisi ile gelmiş oraya zaten. Mutlu’nun bizim görmediğimiz hayatında bir de saplantılı aşık var. Korkutmuş, sindirmiş her türlü şiddeti yapıyor genç kıza. Sonra bir gece tehdit ile evden çıkardığı Mutlu’yu önce saçlarından tutup yerlerde sürüklüyor ardından da başından vuruyor. Sesi ve güzelliği ile ilgi çeken Mutlu artık kadına şiddet başlığı altında anılmaya başlanıyor. 40 gün kadar yoğun bakımda kalıyor. Uyandığında vücudunun tamamının felç olduğu görülüyor. Konuşma yetisi dahil her şey felç! Yaşamasının mucize olduğunu söyleyen doktorlar, daha sonra 1 yıl iyi bir merkezde tedavi görmesi durumunda iyileşebileceğini belirtiyorlar. Tabii basının, ünlülerin göz bebeği Mutlu Kaya. Aşırı bir ilgi. Aradan yıllar geçiyor… Sadece 7 Hafta Sadece 7 hafta fizik tedavi görebiliyor. Çünkü bahseden tedavi ciddi rakamları buluyor. Ciddi rakam derken kime göre tartışılır tabii. Ama biliyor ve görüyoruz ki Kaya ailesini aşan bir durum. Peki soruyorum; onu Diyarbakır’dan alıp İstanbul’a getiren Sibel Can bu tedaviyi yaptıramaz mıydı? Daha sonrasında İbrahim Tatlıses onu ziyaret etmişti mesela. 5 bin lira para yardımı yaptığı, Derya Tuna’nın da elbise yardımı yaptığı yansımıştı basına. İyi de o kızın elbiseye mi ihtiyacı vardı? 5 bin lira ne kadar yeter neye yeter? Birilerine göre çok büyük bir para olan 5 bin birilerine göre çerez parası değil mi? Neyse.. Mutlu, yıllar sonra kendi isteği ile Youtube programı Katarsis’e katılıyor ve hikayesini anlatıyor. İsim vermeden kendisine söz verip yarı yolda bırakanlara kırgın olduğunu belirtiyor. Haklı mı? Evet çok haklı! Benim bildiğim o ünlü isimleri yukarıda yazmıştım ama başka birileri de olabilir diye araştırmaya başladım ve Katarsis programından 2 ay önce Söylemezsem Olmaz isimli programa katıldığını ve durumu orada anlattığını isyanını dile getirdiğini gördüm. Canlı telefon bağlantısı yapmışlardı ve Bircan Bali, Kaya’yı telefona bağlarken şöyle diyordu “Mutlu’nun bir isyanı var, haklı mı değil mi bilmiyoruz?” Burada Bircan Bali’nin ya duruma vakıf olmadan konuyu işlediğini ya da bir caniye hak verebilme potansiyeli olduğunu görüyoruz. Hem programcılık hem de insanlık adına ikisi de çok garip geldi bana. Bu arada bahsedilen isyan, cani kişinin yeni yasa sebebi ile serbest kalma ihtimali. Neyse… Programın devamında Seren Serengil diyor ki “bu sesi hangi vicdan duymaz?” Ardından Mutlu’nun 1 yıllık tedavi ile eski sağlığına kavuşma ihtimalini duyup “ben senin fizik tedavin için hastanelerle irtibata geçeceğim şimdi, ne yapabiliriz araştıracağım” diyor. Bahsettiğim Katarsis programı Seren Serengil’in yapacağım edeceğim söylemlerinden 2 ay sonra gerçekleşiyor ve orada Mutlu Kaya kimse sözünü tutmadı diyor. Söz Vermek Sözün Esiri Olmak Demek Bazı vicdan yoksunu insanlar “tek felç olan Mutlu mu? Tek şiddet gören Mutlu mu? Parası var diye ünlüler Mutlu’ya yardım etmek zorunda mı?” gibi garip sorularla gelebilir. İsmi geçen insanlar evet zorunda. Söz vermek önemli bir etik değer. Ben neden kalkıp Hülya Avşar, Aslı Enver Fahriye Evcen yardım etmiyor diye sitem etmiyorum? Çünkü onlar bunun sözünü vermediler programlarda onunla boy göstermediler. Bu yardımı yapabilecek güçteler, yaparlarsa vicdanlı eylem yapmış olurlar o kadar. Ama diğerleri? Bir laf var ‘Söz ağızdan çıkana kadar size esirdir, ağızdan çıktıktan sonra siz ona esirsiniz.’ Mutlu Kaya hala düzgün konuşamıyor, yemeğini kendi yiyemiyor. Ayakta durabiliyor ama kendi başına yürüyemiyor. Yine de hayata tutunmaya çalışıyor. Sosyal medya paylaşımlarını izliyorum, üzülüyorum. Tek başıma yapabileceğim hiç bir şey yok. Yazdıklarım belki muhataplarına belki vicdan sahibi birilerine ulaşır diye düşünüyorum. Bir manyağın yok ettiği genç bir hayatı belki birileri bir parça da olsa geri verebilir. Eğitimine devam eder Mutlu, şarkı söyleyebilir yeniden. Evlenir ailesi olur. Bu bahsettiğim hayat mümkün onun için sadece ekonomi boyutu çözülmeli. Buradan fenomenlere sesleniyorum; bir çok saçma sapan hareketle gündeme gelmek için çırpınıyorsunuz. Gidin Mutlu Kaya’ya tutun elinden, yaptırın tedavisini. Ara ara yanında gidip story filan çekersiniz. Bakın ne güzel reklam sizin için. Başkasının aldığı hayatı bir genç kıza geri verirken, vicdan kokan reklamınızı da yapmış olursunuz, akıllarda güzel kalırsınız. Birilerine sataşarak tehdit ederek yaptığınız reklamlar ucuz eylemler. Sonuç olarak gündemde olduğu zaman peşine düşülen ve şimdilerde kimsenin arayıp sormadığı bir genç kızı tekrar hatırlatmak istedim. ‘Kanunlara dayanan adli muhakemelerden, daha büyük bir muhakeme vardır ki, bu da her kişinin kendi vicdanıdır.’ demiş Mahatma Gandhi. Sağlıcakla
İlle de Saygı İlle de Edep!
Geçtiğimiz haftanın çok konuşulan magazin konularından biri Deniz Seki detone olayı oldu. Ben de bana gelen sorulara karşı bir yazı yazayım, öyle anlatayım düşüncelerimi dedim. Hadi bakalım… Önce olayı hatırlayalım, nasıl olmuştu? İbo Show’un ilk konuklarından biri Deniz Seki idi. Programdaki enerjisi de oldukça güzeldi. Şarkı söyleyecekti ve Ahmet Kaya’dan duyduğumuz Nereden Bileceksiniz isimli şarkıyı söylemeye başladı. Daha sonra şarkıcı Çağla, ilgili bir paylaşımın altına ‘detone show’ yazdı. Ortalık karıştı! Sosyal medyada takipçiler ikiye ayrıldı. Vay böyle mi şarkı söylenir, Deniz Seki detone olmaz kaç yıllık şanatçı vs Şarkı hunharca anlaşılamamanın öfkesini anlatan, iç yangını anlatan bir şarkı. İzleyici de şarkıyı bu şekilde yorumlayanlara alışık. Deniz Seki naif sesi ile izleyiciye bekleneni veremedi ve evet detone de oldu ama bu kimi ilgilendirir? Hele ki Seki’nin yanında çırak sayılabilecek biri bu yorumu ulu orta yapamaz. İnsanların haddini bilenine hayranım ben. Senin karşındaki Deniz Seki! Sayısız söz yazmış beste yapmış, çok kişi de bu eserleri okumuş. Yıllar önce söylediği şarkılar bugünün gençleri tarafından dinleniyorsa o artık ustadır ve çıraklar ustalarından bir şeyler öğrenmeye çalışır. Onun bir yanlışını yakalayıp ortaya atarsa kendi kaybeder, usta değil. Ve biliyor musunuz? Detone olmayan sanatçı yoktur. Teknoloji bu kadar ilerlememişken, albüm kayıtları hücum kayıt denilen şekilde yapılırken acaba kaç dev ses kayıt esnasında bir şarkıyı bir defada okuyup bitirmiştir? Keşke içlerinden biri bu sorumu okusa da bir anlatsa o zamanları. Şimdi detone yeri kesip sorunsuz bölümü ekliyorlar oraya oldu bitti. Efor Kaybı Mutsuzdur detone olur, o an oradan farklı tonda bir ses gelir bir gürültü bir insan sesi sarkıcı detone olur. Alkol alır detone olur. Olur yani olur bu çok normal. Erik çalarken hırsız yakalamaya çalışan işgüzarlar gibi olmaya gerek yok. Ayrıca bu detone olayını halk söylese, beğenmedik dese inanın bu kadar olay olmaz. Ama aynı yolda emekleyen birinin yürüyebilme çabası ile böyle bir işe kalkışmasını ciddi anlamda herkes gibi ben de yadırgadım. Şimdi bu yazıyı okusa ‘ben oldum, yürüyorum’ diyecek. Şimdiden cevabını vereyim; onca detone olan şarkıcı için ‘detone show’ yazan bir usta şarkıcı görmedim ben. Bunlar hep efor kaybı… Duyduğuma göre şarkıcı Çağla yeni bir şarkı piyasaya sürüyormuş. Yolu açık olsun ama Deniz Seki Hocası gibi işi ile yürüsün. ‘Ahmet’ derken, ‘Kim Bu Gözlerindeki Yabancı’ derken, ‘Ey Kalbim’derken kimeye sataşmadı, eleştirmedi ustalarını yermedi. Yazdı çizdi söyledi Deniz Seki oldu! Bir de ‘başlar ayak oldu, ayaklar baş’ diye paylaşım yapan Fulden Uras’a göndermeler yapmış, yine haddini aşarak. Evet günümüzde şarkıcı alternatifi çok, yükselmesi ve kalıcı olması biraz güç ama yine de saldırı ile değil yanlarında olarak, öğrenmeye çalışarak başarıya yürümeli. Mesela Fulden Uras’ın yanında olup, preojerine el atıp iyi insan olmayı öğrenerek başlayabilir bu işe. Diyeceğim o ki, herkes bir telaş içinde ekmek derdinde. Esas olan olan kazanacağı ekmeği başkalarını aşağı çekerek değil, akıl ve bilek gücü ile kazanabilmek. Rızkın varsa olur, yoksa olmaz bu kadar basit. Her sektör için geçerli bu. Son olarak; ayaklar baş olmaya çalışabilir ama fizik bunu kabul etmez. Ayak ayaktır görevi yerde olmaktır, baş her zaman bedenin en üstündedir. İlle saygı ille de edep. Sevgimle
İzmir Depreminin Ardından
Nihal Yeşiltaç Oran Yine milletçe bir felaket geçti üzerimizden, deprem! İzmir’de ciddi anlamda etkili olan Ege Denizi’nde gerçekleşen deprem! AFAD’ın 6.6, Kandilli’nin 6.9, Prof. Dr. Celal Şengör’ün iddiasına göre de 7 şiddetinde bir deprem. Onlar aralarında tartışa dursun, bizde şiddeti ne biz ona bakalım. Sayısız yaralı var, bu felaketten sağ kurtulmayı başaranlar. Başaramayanlar da var 114 kişi! Çoluk çocuk, yaşlı genç. O günün sabahına güzel hayaller ve gelecek planları ile başlayan 114 kişi artık yok. Ardında bıraktıkları var, gözü yaşlı acısı asla dinmeyecek. Kimi dişçiye gitmişti orada yakalandı bu kabusa, kimi alışverişe gitmişti her şeyden habersiz. Kimi evinde ve en güvenli alanında hayatını kaybetti. Benzer noktalardan saatlerce bahsedebilirim ama zaten görüyorsunuz okuyorsunuz. İçimiz yangın yeri, çaresizlikten. Deprem Allah’ın işi sual olunmaz diyorlar. İyi de bina kolonlarını kişilere kim kestirdi? Kumdan bina yapıp insanlara kim sattı? Lütfen ama lütfen düşünerek konuşun. İzmir’de zina var ondan deprem oldu diyen garip kişilere de iki çift lafım var? İstanbul depremi, Bolu depremi, Elazığ depremi daha niceleri… Bunların sebebi ne? Geçelim… Basında depremden etkilenen bir çok yerin fotoğraflarını gördünüz, inanın görmedikleriniz de var iç acıtan fotoğraflar. ‘Hatıralarım’ diye ağlayan bir kadının videosu geldi bana mesela, evi yerle bir ama kendi kurtulmuş. “Fotoğrafları alsaydım bari” diye ağlayan bir kadın. Yayınlamadım, paylaşmadım çünkü canını kaybetmiş insanlar varken hatıralarına üzülenin acısı hafifti bana göre. Hırsız Vatandaşlar Başka görüntüler de düştü basına, sosyal medyaya. Depremzedeler için ayrılan erzakları gizlice alırken görüntülenen adam, evi yıkılmamış olmasına rağmen sokakta kalanlar için ayrılmış battaniyeleri alıp evine götüren kadın. 99 depreminde daha fazla gördüğümüz hırsızlık yağmalama olaylarını burada da gördük yazık ki. Bir de sosyal medya kullanıcıları vardı, birbirine saldırmak için yer arayan. Kimi normal paylaşımlarına devam edenleri yerden yere vurdu kimi deprem ile ile ilgili paylaşımları sıklaştırdığı için fazla duyar kasmakla suçlandı. Bu noktada şahsi fikrimi de yazayım; ülkede böyle bir felaket olmuşken hiç bir şey olmamış gibi yediğini içtiğini gezdiğini paylaşanları ben de tasvip etmiyorum. Acılar bu kadar sahici, acılar bu kadar can yakarken bunu uygun bulmuyorum. Ama mesai harcayıp da o kişilere laf yetiştirmeyi de gereksiz buluyorum. Bu durumu şuna benzetiyorum; birine yardım ediyorsun ama yardım ettiğin gözden kaçar diye yardım etmeyenleri afişe ediyorsun. Sakıncalı şeyler bunlar… Güzel İnsanlar İzmir depreminin ardından güzel şeylere de tanık olduk. Gerçi ne deprem olsaydı ne de biz tanık olsaydık ama neyse… İzmir’de birlik beraberlik gördük. Aynı gün organize olan gençler, iş yerleri oteller. Sıcak çorba kalacak yer teklif eden aileler gördük. Hiç kimse herhangi bir konu için kaygı telaşına düşmedi. Tek dertleri ‘iki kişinin yarasına bant olabilir miyim’ oldu. Bir de Instagram’da İzmir Etkinlik adında bir profil, var gücü ile ihtiyaçları saptayıp tamamlanması için hamleler yaptı. Sosyal medya kullanıcıları İzmir’i oradan takip ediyor. Çok fazla kişiye ulaştı. Yönetici kimdir veya kimlerdir bilmiyorum ama insan sevgisini anlatmak için iyi bir örnek İzmir Etkinlik profili. Bir çok kurumsal markayı gördük, kimi ürünlerinden gönderdi İzmir’e hijyen ürünleri, sağlık ürünleri yiyecek giyecek çok şey. Kimi yardımseverlerin gönderdiklerini ücret almadan taşıdı depremzedelere. Bireysel veya topluluk halinde çok fazla destek veren oldu evini barkını, eşyasını, umutlarını, sağlığını ve daha da önemlisi canından birini veya birilerini kaybetmiş olanlara. Eksik Olsun Teknoloji Nasıl bir sene bu 2020 bilmiyorum. Teknolojinin geliştiği, insanların geliştiği eğitim seviyesinin eskiye göre yüksek olduğu. Z kuşağına mensup bir yüzyılda yaşıyor olmak şanslı jenerasyon olduğumuzu düşündürse de, ben 70’li yıllarda yaşıyor olmayı tercih ederdim eksik olsun teknolojisi. Bizlere böyle bir dünya bırakılmadı ama biz çocuklarımıza neler bırakacağız? İki ayrı astrologdan aldığım bilgiye göre başımızın belası Covid, 2021’in ilk yarısı hayatımızdan çıkacakmış ama 2021 deprem yılı olacakmış; hadi buyurun gezegenler ne diyor? Hayat Üçgeni Ne Demek? Uzmanlar ülkemizde yıkıcı depremlerin devam edeceğini söylüyor. Peki biz ne yapıyoruz? İyice kulak kesiliyoruz sonra bırakıyoruz her şeyi akışına. Aramızda kaç kişi, olası bir deprem anında hayat üçgeni denilen pozisyondan haberdar? Veya kaç kişinin deprem çantası hazır? Duyamadım! Ülke olarak üzerimizden geçen bu felaket sonrası perişan haldeyiz, günlük hayata dönemedi bir çoğumuz. Bizler sıcak evimizde sevdiklerimizle birlikteyken İzmir depreminde hayatı alt üst olanların çok şeyle boğuşuyor olmasını atlatamıyoruz. Evet, kısa bir süre sonra döneceğiz eski hayatımıza tıpkı 99 depreminden sonra olduğu gibi, tıpkı Ermenek olayından sonra olduğu gibi, tıpkı terör saldırılarından sonra olduğu gibi. Bu felaketlere sebep olanlar kadar rahat olacağız belki, ne kadar üzücü. Sağlıcakla…
Kırmızı Oda’nın Olmayanı!
Nihal Yeşiltaç Oran Kırmızı Oda’yı konuşalım istedim bugün. “Kırmızı Oda’nın Olmayanı” diye de bir başlığı uygun gördüm. Instagram hesabımdan yaptığım bir ankette bu dizi hakkında yazmamı isteyenlerin sayısını görünce de fazla bekletmek istemedim. Biliyorsunuz bir önceki yazım Masumlar Apartmanı olmuştu. Yine aynı formda bir dizi Kırmızı Oda. Yine Gülseren Budayıcıoğlu’nun vakalarını konu alan ve kurgulanarak senaryo haline getirilen bir dizi, yine Madalyonun İçi isimli kitaptan uyarlama. Yönetmen Cem Karcı, senarist Banu Kiremitçi Bozkurt. Bu dizide bir psikiyatr var, her bölümde biten veya devam eden vakaları dinliyor, sorunları çözmeye çalışıyor. Gülseren Budayıcıoğlu rolünde Binnur Kaya… Bu rol hakkında söyleyeceklerim var ama buna geçmeden önce diğer oyunculardan biraz bahsedeyim. Değişen Oyuncular Aslında bakarsanız oyuncular sürekli değişiyor, vakalar ile birlikte. Klinikteki doktorlar hep aynı; Tülin Özen, Burak Sevinç, Meriç Aral, Halit Özgür Sarı. Vakalardan biri Alya mesela. Melisa Sözen canlandırıyor ve inanılmaz başarılı. Emre Kınay yine klinik danışanlarından, oyunculuğu tartışmaya kapalı. Celil Nalçakan girdi diziye, rolünü de hakkını vererek oynadı. Meliha rolünü Evrim Alasya oynuyor, o da gayet başarılı. Oyuncular başarılarını tartışmaya bile gerek yok, benim derdim başka… Bu gibi diziler ile ilgili düşünce ve endişelerimi bir önceki yazımda, yani Masumlar Apartmanı yazımda anlatmıştım o sebeple o konuya hiç girmiyorum. Diyorum ki önemli bir rol olan psikiyatr rolü için Binnur Kaya ne kadar uygundu? Lütfen yanlış anlaşılmasın; oldukça başarılı bulduğum bir oyuncudur o ayrı. Ama ben başka birini görmeyi isterdim o rolde. Binnur Kaya’yı bugüne kadar bir çok yapımda izledik, hepsini de başarı ile sonlandırdı. Kaya’nın biyografisine baktığımızda sinema ve diziler, tiyatro sahneleri ve sayısız ödül görüyoruz. Çünkü çok sevildi, çünkü başarılı ama sorumluluğu çok büyük olan bu Doktor Hanım rolü sanki ona ait olmamalıydı. Çok ciddi vakaları dinlerken ona bakıyorum; ‘acaba kaç saniye sonra Şahika kahkahası gelecek’ diye düşünüyorum. İnanın böyle düşünen sadece ben değilim. Yine sosyal medyada yaptığım ankette çok fazla izleyicinin benim gibi düşündüğünü gördüm. Ama nedense köşe yazarları, eleştirmenler bu diziden bahsederken Binnur Kaya’nın ne kadar başarılı olduğunu yazmış. Evet çok başarılı ama bu rolü daha önce dram dizilerinden tanıdığımız veya hiç tanımadığımız birileri üstlenmeliydi. İlk aklıma gelenleri yazayım mesela. Farklı yaş grupları ve dönemlerden isimler vermek istiyorum. Perihan Savaş olabilirdi. Mimiklerini çok iyi kullanan Ahu Sungur olabilirdi. Yaşından çok genç gösteren ama o rolü taşıyabilecek Nebahat Çehre olabilirdi. Duruşu ile o rolü taşıyabilecek bir isim, Bergüzar Korel olabilirdi. Anlatabiliyor muyum? Farklı dönemin oyuncularından bahsediyorum; ama böyle bir role uygun isimler bunlar, bana göre tabii. Binnur Kaya daha önce de belirttiğim gibi aldığı tüm ödülleri sonuna kadar hak eden bir isim, üstelik çok da başarılı buluyorum ama sanki Doktor Hanım olarak olmadı. Sevgimle…
Benim Gözümden Masumlar Apartmanı!
Benim gözümden Masumlar Apartmanı isimli diziyi görmeye hazır mısınız? Buraya kadar geldiğinize göre hazırsınız, o halde başlayalım… Önce dizinin künyesine bir bakalım, bu nokta önemli çünkü. OGM Medya yapımı bir dizi bu. Gülseren Budayıcıoğlu’nun Madalyonun İçi isimli romanından uyarlanmış. Şu sıralar bu kitabı okuyorum, gerekirse onu da yazacağım. Çağrı Vila Lostuvalı dizinin yönetmeni. Aynı ismin Suskunlar gibi bir diziyi yönettiğini de düşünürsek başarısızlığın kaçınılmaz olacağını görmek zor olmaz. Masumlar Apartmanı’nın oyuncularına bakalım; Farah Zeynep Abdullah, Birkan Sokullu, Ezgi Mola ve Merve Dizdar. Dizinin diğer oyuncu kadrosunda ise; Alper Saldıran, Metin Coşkun, Esra Ruşan, Atilla Şendil, Emir Özden, Uğur Uzunel ve Gizem Katmer. Madalyonun İçi isimli kitap, Budayıcıoğlu’nun gördüğü vakaları içeriyor. Masumlar Apartmanı ise bu vakaların minik bir kısmı, o şekilde açıklayayım. Daha Neler Olacak Gelelim diziye; oldukça etkileyici olduğunu söylememe gerek yok. Aşiretlerin olmadığı, konakların olmadığı silahların konuşmadığı bir dizi ile karşılaşmak şaşırttı tabi, önce ‘ne oluyor’ böyle dedik yalan yok. Yurdum insanları ile günlük hayattan bir dizi çıktı karşımıza. Sonrasında gördük neler olduğunu veya olabileceğini… Bildiğimiz bilmediğimiz birçok psikolojik sorun ile karşılaştık. Ezgi Mola’nın oynadığı Safiye karakteri, küçükken anne ve babası ile yaşadığı sorunlar sebebi ile takıntılı biri olmuş. Ailesine bağlı bir abla ama farklı ahlak anlayışı ve bir türlü gerçek temizliğe ulaşamadığını düşünmesi hayatını felç etmiş durumda. Ezgi Mola bu rolü ile yine muhteşem ötesi. Merve Dizdar’a geçmek istiyorum hemen; Merve sen nasıl bir oyuncusun? O nasıl rol yapmak? Gülben’in ruh halini, isteklerini beklentilerini gözlerine nasıl bu kadar başarı ile yansıtabiliyorsun? Dizdar bu dizide ablası kadar olmasa da temizlik takıntılı, gece yatağını ıslatan, erkek kardeşinin arkadaşına platonik aşık bir kızı canlandırıyor. Biz ona canlandırma demeyelim yaşıyor, yaşatıyor. Dizide bir küçük kız kardeş var, Neriman. Gizem Katmer canladırıyor bu ismi. İçlerinde en normal görüneni ama o da sanıyorum mazoşist. Sindirilmiş ve bastırılmış olmasından dolayı sanıyorum kendi canını yakmak hoşuna gidiyor. Bizlere garip gelebilir ama Neriman bu konuda ilk değil, son da olmayacak. Birkan Sokullu, Han karakterini canlandırıyor. Evin tek erkek çocuğu. Ablalarını idare etmekle koruyup kollamakla görevli gibi gelmişti dizinin başlarında. Ama öğrendik ki o da hasta! Geceleri el ayak çekildikten sonra üzerindeki kıyafetleri değiştirip sokaklarda çöp topluyor. Belki de ablalarının temizlik takıntısından intikamını böyle alıyor. İnci rolü ile izlediğimiz Farah Zeynep Abdullah. Kendisini ‘Unutursam Fısılda’ isimli filmde izlemiş, fazlaca başarılı bulmuştum. Bu dizide de baskın bir karakteri oynamıyor ama muhtemelen o da hasta ve sürekli bir şeylerden dolayı suçluluk duyuyor. Kim O Psikiyatr Dizinin ilerleyen bölümlerinde muhtemelen yolları bir psikiyatr ile birleşecek. İyi olacaklar mı normale dönecekler mi? Bu mümkün mü şimdilik bilmiyoruz ama etkilendiğimiz doğrudur! Tüm bunlar doğrultusunda bir dizi olarak başarılı buluyorum ve izlemeye devam ediyorum. Oyuncular, yönetmen her şey çok güzel. Ama benim asıl merak ettiğim; gerçek hayattan olan bu hastalıkları bu kadar açık deşifre etmek ne kadar doğru? Evet bilmeliyiz, öğrenmeliyiz ama dizi sebebi ile tam anlamı ile öğrenemeyenlerde nasıl bir etki yapar? Mesela bu diziyi izleyen 10 yaşında bir çocuğun Obsesif Kompülsif Bozukluk dediğini duydum. Nereden öğrendiğini sorduğumda Masumlar Apartmanı dedi. Orada öyle bir tanım geçmedi dedim. Oradaki insanların sorunlarını Google’a yazdım bu sonuç çıktı dedi. Ardından ‘sanırım ben de Obsesif Kompülsif Bozukluk var’ demesi çok şaşırttı. Sebebi ise başladığı işi yarım bırakmayı sevmiyor olmasıymış. Gördüğünüz gibi herkes durumu doğru anlamayabiliyor. Hali hazırda göreve devam eden bazı psikiyatrların bu gibi dizilere tepki gösterdiğini de gördüm ama anlaşılır bir açıklama yapmadıkları da gözümden kaçmadı. İsterim ki, gerek Kırmızı Oda, gerek Masumlar Apartmanı bu detayları atlamasın. Dizi izlerken bilgi sahibi olmak çok güzel ama o bilgiyi almaya hazır olmayanları da düşünmek lazım. Sevgimle…
Sosyal Medyada Mavi Tik Sorunsalı!
Her derdimiz bitti, sosyal medyada mavi tik peşine düştük! Evet, bu hafta bu konudan bahsedelim; hırslara bakalım örneklerle… Mavi tik ne demek? Bilmeyenler için bunu anlatayım. Sosyal medyada mavi tik demek onaylı hesap olmak demek. Yani ünlü isimler ve kurumsal isimlerin diğer hesaplardan ayrı olması demek. Onaylı hesap olmanın net bir şartı yok aslında. Şu kadar takipçi sayısı, şu kadar etkileşim gibi rakamlara takılmıyor Instagram. Google’da haberleri olan kişiler, sanatçılar gazeteciler sporcular bloggerlar mavi tik alabiliyor. Bunun yanında kurumsal markalar da öyle. Hatta Instagram bunun için bir form oluşturmuş, O bölümü doldurup gönderiyorsunuz ve uygun hesap olduğunuz görülürse mavi tik alıyorsunuz. Yani alacağınızı zannediyorsunuz! Sürekli olumsuz cevap geliyor size. Neden? Arka planda dönen başka şeyler var, mesela ajanslar. Onlar olmadan mavi tik alamıyorsunuz! Ajans demek para demek, bu parayı vermeye razı olursanız mavi tik sahibi yani onaylı hesap oluyorsunuz. Haa bu arada ünlü biri olmanıza, bir yerlerde haberinizin çıkmasına filan gerek yok. Paranız varsa düdüğü çalıyorsunuz ama hiç Nasreddin Hoca saflığı ve samimiyeti ile olmuyor bu. Şimdi Biraz Stalk Gelin yine isimler vererek anlatayım size. Örnekler daha açıklayıcı olur çünkü. Fazıl Say’ın Instagram hesabına bir bakın lütfen. Mavi tik yok. Nasıl yani? Onaylı hesap olamayacak kadar ünsüz mü Say? Muhtemelen bu sisteme girmek istemedi. Suat Sungur sayısız tiyatro oyunu, sayısız dizide yer almış bir sanatçı. Google’a adını yazın bakalım neler bulacaksınız. Onaylı mı hesabı? Değil tabii ki. Mavi tik alacak ölçülerde değil mi yani? Ah sosyal medya. Zafer Peker’i tanımayan var mı? Kaç nesil şarkıları dinlenen Z kuşağının dahi 30 yıl önceki şarkılarını ezbere bildiği bir isim. Hani mavi tik? Muhtemelen istenilen parayı vermek istemedi kendisi ki, bence de verilmemeli zaten. Geçtiğimiz günlerde bir paylaşımımı sarışın, ilginç fotoğrafı olan bir kadın beğendi. Mavi tiki vardı, merak ettim profiline girdim. Dj bilmem kim yazıyordu. Tanımadığım için Google’da aradım. Sadece Instagram hesabı çıktı karşıma. Tek bir haberi bile yok. Ama onaylı hesap. Ben size daha ne anlatayım? Adaletsizliğe başka isim bulmalı artık, yaşananlara bu isim yetmiyor çünkü. Sosyal medya fenomeni olarak anılan ve hiç bir hünerleri olmayan kişilerin onaylı hesap olmaları konusuna hiç girmiyorum. Hemen bu noktada bir konuya açıklık getireyim, mavi tik almış olan ünlüleri eleştirdiğim asla düşünülmesin, elbette alacaklar; sadece adaletsizlikten bahsediyorum burada. Parası var diye yarı çıplak fotoğraflar paylaşan sahte sarışın neden onaylı hesap olabiliyor? Neyse… Hepinize iyi insanlar, adaletli platformlar dilerim. Sevgimle…
Pınar Gültekin’in Katili Kim?
Bu nasıl bir başlık diye düşünenler vardır elbette içinizde. Pınar Gültekin’in katili gayet tabii Cemal Metin Avcı diyorsunuz. Evet katil bu şahıs ama azmettirenler? Hiç düşündünüz mü? Bir insan diğer bir insanın canını neden alır? Bir erkek, bir kadının canınını neden alır? Kendinde bu hakkı nasıl bulur? Bakın geçmişte yaşananlara, ne görüyorsunuz? Biri karısı ayrılmak istediği için öldürmüş, diğer beraberlik teklifini reddettiği için öldürmüş. Bir başkası açık giyindi diye tecavüz etmek istemiş, başaramayınca öldürmüş veya başarmış ve öldürmüş. Bunların hangisi gerçek sebep olabilir? Bir insanın hayatını sonlandırmak için hangi şey gerçek sebep olabilir biri açıklasın bana! Tabii ki mantıklı bir sebep gösteren olamaz. Peki neden bu erkekler, yukarıda saydığım sebepleri sıralayarak itiraf ediyor yaptıklarını? Neden bunlara kendi de inanıyor? İşte yazımın giriş kısmındaki konuya geldik, azmettiricileri yüzünden. Kimler azmettiriyor? Yakın çevre! Mesela Ayşe Hanım, oğluna küçükken vermeye başlıyor gazı. “Ne yemek hazırlayayım oğluma? Benim aslanım ne yerse onu yaparım ben” derken iyi ve ilgili bir anne olduğunu düşünüyor oysa orada “sen erkeksin senin dediğin olur” diyor farkında olmadan. Ahmet Bey diyor ki oğluna, “sınıfta beğendiğin bir kız var mı? anlayalım yaniiii”Aslında diyor ki seç beğen al, tercih senin sen seçeceksin. Göster amcalara pipini klişesine hiç girmiyorum. İğrençsiniz. En iyi, düşünceli anneler bile şöyle diyor “oğlum yapma yazıktır, günahtır üzme kızı. O da bir ana kuzusu” tamamen iyi niyetle söylenen bu cümlede kadının acınacak bir şahıs olduğunun altını çiziyor. Tehlikenin Farkında mısınız? Bu küçük çocuk büyüyor, yetişkin bir erkek oluyor. Zaten alt yapıda bir üstünlük vurgulanmış ve yerleşmiş kendisine. Sonra kendini bilmez bir sosyal medya fenomeni çıkıyor ve şöyle diyor: ” Ne olacak bu kadınlar? Şiddete uğradık, tacize uğradık, bizi vurdular… Tutun dilinizi! Kadın her zaman erkeğin bir adım gerisinde olmak zorunda.” Laflara bakar mısınız? Bu ne demek biliyor musunuz? İddialı ve yön veren sözler bunlar! Milyonlarca insan bu şahsı takip ediyor. Tehlikenin farkında mısınız? Alt yapısı üstünlük ile hazırlanmış, düşünmekten ve analiz yeteneğinden aciz olanlar bu sözlerden nasıl etkilenir? Hayırdır Sayın Murat Övüç? Hangi engin bilgi ve yetkinize dayanarak bu sözleri söylediniz? Siz eşinize zamanında, sizden geri durmadığında şiddet mi uyguladınız? Veya şimdiki sevgiliniz ile ilişkinizde bir adım geride mi duruyorsunuz? Neye dayanarak bu cesareti kendinizde buldunuz? Sizin yapmak istediğiniz ne? Zaten bir insana yakışmayacak çirkin kelime ve el hareketleri ile gençlerin aklında kalıyorsunuz, şimdi de şiddete azmettirmek mi amacınız? Sormam hata tabi, söylediklerinizle direkt bunu yapıyorsunuz. Çok isterim; bir savcı çıksın, halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçundan veya daha uygun bir maddeden size bir dava açsın. Bakalım o zaman at benim meydan benim diye bağıra bağıra konuşmak nasıl oluyor. Bu olay yanık-tiktak diye bağırmaya, belden aşağı konuşmaya, göstere göstere yardım yapmaya benzemez. Dilerim ibretlik bir ceza alırsınız. Bu Organize Bir Suçtur! Evet sevgili okuyucu, gördüğünüz gibi Pınar’ın katili bir tane değil. O sadece tetikçi. Bu organize bir suçtur. Net! Bakın Pınar’ın sonu belli olduktan sonra halkın bir kısmı isyan ederken bir kısmı da katile hak verdi. İşte bu hak verenler de, onların yetiştireceği çocuklar da birer kadın katili adayı. Yorumlardan birinde “adam evli, kız ona kuyruk salladı bunu hak etti” diyor. Anlayamadım? Evliyken bir başka kadınla ilişkiye giren biri zaten baştan yanlış yapmış ve insanlar bir de üstüne cinayet işlemiş birini böyle savunuyor. Kaldı ki Pınar istediği için bu birliktelik oluştu diyelim, karşılığı ölüm mü olmalı? Söyleyecek söz çok ama anlayacak insan az. O sebeple ben yazıma buralarda bir nokta koyayım. Son ricam; çocuklarınızı yetiştirirken kadın erkek ayırmadan insanların saygıya değer ve önemli olduğunu vurgulayın. Erkek yapar kadın yapamaz algısını istersek değiştirebiliriz. Varsa kendi çocuğumuz, yoksa çevremizdeki diğer çocuklardan başlayalım. İnsana saygıyı öğretelim. Yapacağımız bu; cinsiyet belirtmeden insana saygıyı kabul ettirmek, gerek anlatarak gerek uygulayarak. Kalın sağlıcakla… Nihal Yeşiltaç Oran
Hangisi Haklı?
Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen bir hadiseden bahsedeceğim bugün. Aslında bakarsanız haber taze değil ama o kadar etkileşim aldı ki, ben de köşeme taşımak istedim. Özdemir Erdoğan’ın Zeki Müren hakkında söyledikleri ve buna Rober Hatemo’nun verdiği videolu cevaptan bahsediyorum. Sessizce ilerleyen bir magazin olayı bu. Hatırlayalım; Özdemir Erdoğan, Zeki Müren için ne demiş? “Ya bu adama Paşa dediler. Bir Allah’ın kulu paşası da çıkıp, ya buna madam deyin, başka bir şey söyleyin ama Paşa demeyin orduyu ilgilendiriyor bu demedi. Böyle bir şey olur mu? Zeki Müren rol model oldu. Sonra bir sürü kötü örnekleri çıktı.” İşte tam bunları söylemiş ve eklemişti. “Elton John hiçbir zaman böyle pespayelik yapmadı” Böyle bir insana ben de yakıştıramadım tabii bu sözleri ama Rober Hatemo biraz daha fevri davrandı, kendini durduramamış. Söyleyeceklerini bir kağıda yazmış, geçmiş kamera karşısına. Biri de arkada yazdığı metni tutuyor rahat görsün okusun diye. Peki o ne demiş? “Sayın Özdemir Erdoğan; şarkı söyleme biçiminizden ve sesinizden hepimiz her an boğulacakmışız gibi hissederdik. Hiç bir heteroseksüel birey, Zeki Müren ruj sürüyor diye ruj sürmez. ” Daha bir sürü laf. Haklı mı evet haklı! Seversiniz sevmezsiniz ama Zeki Müren bir dönem bu ülkeye damgasını vurmuş, bugünlere gelebilmiş bir sanatçı. Değil Özdemir Erdoğan, hiç kimsenin bunu tartışmak haddi değil. O dönem Paşa lakabı ve Sanat Güneşi lakabı ile benimsenmiş. Bunu tartışmak gayet gereksiz bir durum. Sosyal medyada konuyu paylaştığımda gelen mesajların tamamında Rober Hatemo’nun haklı olduğu söyleniyordu. Evet ben de haklı buluyorum. Bir detay hariç! “şarkı söyleme biçiminizden ve sesinizden hepimiz her an boğulacakmışız gibi hissederdik” bu cümle tamamen amacını aşan bir cümle. Orada duygular anlatılırken, yapılan saygısızlık vurgulanırken Hatemo’nun bu konu ile giriş yapması hiç şık olmamış. Amacı Ne? Olayı gelin başka yerden inceleyelim. 80 yaşında bir üretici bir müzisyen, sektöre yıllarını vermiş. Neden kendini bu hale düşürür? Yaşının yarısı kadar bir şarkıcıdan bu lafları neden duyar? Yani ne gerek var? Belli bir saygınlığı var, yıllarca herkes onu el üstünde tutmuş, neden bu sivri çıkışı yapar? Yeniden gündeme gelmek mi? Olur mu olur! Yani dostlar bu camia gerçekten bir garip. Kimi üstüne vazife olmayan hamleler yapar, kimi saçmalar kimi haddini aşar! Ne uğruna? Kalın sağlıcakla… Nihal Yeşiltaç Oran